TÜRKİYE'NİN GENÇLİK PROFİLİ
1 sayfadaki 1 sayfası
TÜRKİYE'NİN GENÇLİK PROFİLİ
Türkiye'nin Gençlik Profili
Salı akşamları ekranlara gelen, bazılarınızın bildiği o programı sunuyorum. Epeyi bir zamandır, Türkiye’nin gündemindeki konuları konuşuyoruz. Genel olarak entelektüelleri, sanatçıları ve devlet ricalinden muhtelif makam sahibi misafirlerimizi ağırlıyoruz orada. Her Salı gecesi programdan sonra evime dönerken kafama üşüşen şeylerin bir kısmını sizinle de paylaşmak istedim. Gelen tepkilerden, orada burada sorulan sorulardan yola çıkarak, genç arkadaşlarımızın dünyaları hakkında elde ettiğim bir takım ipuçlarını birlikte düşünelim istedim.
Salı akşamları ekranlara gelen, bazılarınızın bildiği o programı sunuyorum. Epeyi bir zamandır, Türkiye’nin gündemindeki konuları konuşuyoruz. Genel olarak entelektüelleri, sanatçıları ve devlet ricalinden muhtelif makam sahibi misafirlerimizi ağırlıyoruz orada. Her Salı gecesi programdan sonra evime dönerken kafama üşüşen şeylerin bir kısmını sizinle de paylaşmak istedim. Gelen tepkilerden, orada burada sorulan sorulardan yola çıkarak, genç arkadaşlarımızın dünyaları hakkında elde ettiğim bir takım ipuçlarını birlikte düşünelim istedim.
1996 yılından beri neredeyse düzenli olarak yazı yazıyorum. Gazete ve dergi yöneticileriyle ‘nerede’ yazacağım konusu açıldığında, hep arka sayfalarda yazmak istediğimi söyledim. Bu, günlük siyaset üzerine yazmamak için uydurduğum bir bahaneydi. Çünkü gündelik siyaset, daha iyi anlayabilmek için benim hep uzaktan izlediğim, izlemek istediğim bir alan oldu. Bu duygum hiç değişmedi. Oysa bütün eğitimim siyaset ile ilgiliydi. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi gibi, bu alanda iyi eğitim veren bir okulda okudum. Orada yüksek lisans yaptım. Ama bu eğitimin sonunda, ironik biçimde şunu öğrendim: Bu iş benim ilgimi hiç mi hiç çekmiyor! Biraz kendimi dinledim. Baktım ki toplumu ve ülkeyi anlayabilmek için onun “Büyük Hikâye”sine bakmak, büyük politikaya bakmak, bize gerçek ve etimize dokunan sahici emareler vermiyor. Politika, hayatımızın neyin içinde yüzdüğünü anlayabilmemiz için sorduğumuz sorulara, bir şizofrenin de verebileceği cevapları veriyor.
Hayatımızın ne idüğünü gerçekten ve en alttan kavramadıkça, onun üzerine gerçekten düşünmüş olmuyoruz galiba. Büyük bir filozof; “Üzerine düşünülmeyen hayat, yaşanmaya değer mi?” diye sormuş. Hayatımız üzerine gerçekten düşünebilmemiz için -politikaya değil ise- nereye bakacağız, peki? Bana kalırsa, politik toz bulutunun kaynaklandığı, oluştuğu alttaki toprağa bakabiliriz. Toprağın da ne ve nasıl bir toprak olduğunu bilebilmemiz için, onu eşeleyip altına bakmalıyız. O toprağın katmanlarına, rengine, hangi kökleri, böcekleri, kurtları, yer altı sularını barındırdığına... filan bakmalıyız. Hasılı, neyin içinde yaşadığımızı gerçekten ve hissederek bilebilmemiz için, kültürel kazı çalışmalarından bir an bile vazgeçmemeliyiz. “Bu ağaç neden böyle saçma sapan yapraklar ve meyveler açtı” diye şaşkın şabalak bakakalmak yerine; o ağacın köklerine, aşısına, köklerinin aldığı suya, minerallerine bakmalıyız.
Bana, yazdıklarını göstermek isteyen arkadaşlar oluyor zaman zaman. Genellikle genç arkadaşlar. Bakıyorum yazdıklarına. “Ağacın” en tepesinde, gözleri. Kurumuş dalların uçlarındaki rengârenk -ama kurumuş, çürümüş- meyvelere dalıp gitmiş, gözleri. Parmakları oraya sabitlenmiş. Sanıyorlar ki günlük politikanın doğruları yerini bulursa, hayatları felaha erecek. Sanıyorlar ki politik taşlar satranç tahtasındaki “gerçek” yerlerine yerleştirilebilirse, hayat daha güzel olacak. Aralarında çok iyi eğitim görmüş olanları da var. Ama sonuç değişmiyor. İştahları ve merakları gündelik olmaktan çıkamıyor. Gündelik şekerlemeler yetiyor ruhlarına. Onlara, talep ettiklerinin, aslında gizli bir mikro-iktidar olduğunu söylemenin bir yolu yok. Taleplerinin, son derce dünyevî, son derce profan, son derece kaba ve somut şeyler olduğunu anlatmanın bir yolu yok sanırım. Onlara, her şeyi berbat eden asıl sebebin de zaten bu olduğunu anlatmamızın bir yolu yok.
Edebiyat ve kültür dergileriyle günlük gazeteler arasındaki tiraj farkına bir bakın. Bu toplumun, tamamına yakınının, gözlerini ağacın tam tepesindeki meyvelere dikmiş bir iştah cinneti içinde olduğunu göreceksiniz. Hayatımızın giderek içimizi bayan bir eskrim karşılaşmasına dönüşmekte olduğunu göreceksiniz. Ekranın ve genel olarak medyanın, hayatımızın bütün derin-sığ sorunlarını tesfiyeden geçirdiğini ve hepsine birden kolaycı bir sığlıktan baktığını, tek bir “üniforma” dille, her şeyi düzleştirdiğini göreceksiniz. Ve genel olarak “enerjik kamuoyu”nu da buradan bakmaya razı ettiğini göreceksiniz.
Giderek daha az “büyük soru” soruyor gençler. Daha az kelimeyle konuşuyorlar. Daha az hayret ediyorlar. Soruları ve talepleri küçük, gündelik. Oldukça mütevazi cevaplar talep ediyorlar: Kavga etmeye ve taraf olmaya yetecek kadar, ancak. Giderek daha kötü cevaplarla yetiniyorlar. Soruları “tez” kokuyor. İçinde saldırı ve öç barındırmayan, saf merak duyguları oldukça körelmiş vaziyette.
12 Eylül’den önce gençler yolda birbirlerinin önünü kesip; “Sağcı mısın, solcu musun?” diye soruyorlardı ve bu vahimdi elbette. Ama şimdi bunu bile düşünebilecek durumda değiller: Bu nedir peki?
Selahattin Yusuf
8 Nisan 2010
Selahattin Yusuf
8 Nisan 2010
HÜSREV- Mesaj Sayısı : 5
Noktalar : 5153
Adınız veya Lakabınız : 1 Kayıt tarihi : 14/04/10
Oyun Özellik
Benim Sitem Formunda Üyelerin karakterkeri:
Örnekler:
Bar:
(0/0)
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz